Yeni protokol "İl İdaresi Kanunu'na göre valilerin toplumsal olayları kendi güçleriyle bastıramadığı takdirde, en yakın garnizondan, TSK'dan yardım istemesine ilişkin esasları kapsıyor".
Ancak İçişleri Bakanı Güler'in açıklamasına bakılırsa; bu EMASYA değil, geçmişte buna EMASYA denmiş olabilir ama bu EMASYA değil, başka bir şey. Güler'e göre yeni protokolün yürürlüğe girmesinin son olaylarla da ilgisi yoktur, protokol olaylardan önce, 18 Nisan'da Genelkurmay ve İçişleri bakanlığı arasında imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Kimi hükümet organlarında ise yeni protokol "sivil EMASYA" olarak adlandırılmaktadır.
Adı ve yürürülüğe girme tarihi ne olursa olsun, kesin olan şey yeni protokolün de aynı eskisi gibi halka karşı faşist darbe dönemlerinde uygulanan türden halka karşı sistematik bir karşı-ayaklanma, halka karşı savaş planı niteliğinde olmasıdır.
Peki EMASYA nereden çıkmıştı? Böyle bir protokol yapılmasına neden olan olay neydi?
Bunun ipucunu Emekli Tuğgenerel Haldun Solmaztürk ise Tvnet kanalındaki 2.2.2010 tarihli canlı olarak yayınlanan "Bakış Açısı" programındaki şu açıklamarında bulabiliriz:
"Bakınız buraya EMASYA'yı tartışmaya geldik, 28 Şubat'taki olayın silahlı kuvvetlerin iç tehdit algılamasıyla ilgisi yok... EMASYA çerçevesinde sözü edilen iç tehdit böyle bir şey değil veya 1. Ordu'da 2003'te yapılan seminerde gündeme gelen ["Balyoz planı"nın tartışıldığı iddia edilen seminer kastediliyor] silahlı kuvvetlerin iç tehdit algılaması bambaşka bir şey. Bakınız, '60'lı yıllarda, ya '66 ya '67 olacak, İzmit'ten büyük işçi grupları anayolu, yani İzmit-İstanbul yolunu kullanarak İstanbul'a yürüdü. O zaman Kartal'daki Zırhlı Tugay o anayola çıktı ve bunu durdurmaya çalıştı. İşçiler tankların üzerinden yürüyüp geçtiler!... Sonra bu işçi grupları Kadıköy'e girdiler [programın diğer bir konuğu "70'te oldu o olaylar" diye düzeltiyor, Solmaztürk "evet yanılıyor olabilirim, o dönemler" diyor]. İşte o zaman EMASYA birlikleri görevlendirildi. Hiç unutmuyorum o gün gibi gözlerimin önündedir. İşçiler sopalarla askerleri kovaladılar! Yani elinde süngülü tüfekler olan askerleri sopalarla kovaladılar. Çil yavrusu gibi dağıttılar. Şimdi bunlar oldu, bunlar yaşandı. Ve bunların herbirinde de kolluk kuvvetleri yetersiz kaldı ve silahlı kuvvetler davet edildi. Fakat silahlı kuvvetler hazırlıksız olduğu için, klasik dış düşmanla konvansiyonel bir savaşa hazır olduğu, eğitimi, teçhizatı, doktrini buna göre olduğu için silahlı kuvvetler yetersiz kaldı. İşte buna bir tedbir olarak dendi ki, biz buna hazır olalım. Eğitimimizle, teçhizatımızla ve en önemlisi mülki amirlerle ve diğer kolluk kuvvetleriyle birlikte bu işi nasıl yapacağız. Bunu daha önceden planlayalım, çalışalım, kağıda dökelim, kim kimden emir alacak, örneğin ateş etme yeksini kim verecek vb. bilsin bunları bir kağıda dökelim. İşte EMASYA budur! Yani '97 28 Şubat döneminden önce de EMASYA vardı, şimdi de vardır. EMASYA planlarıyla, EMASYA protokolü birbirine karıştırılıyor. Yüzlerce, binlerce EMASYA planı vardır. Türkiye'de ne kadar il ve ilçe varsa o kadar EMASYA planı vardır. Bunlar düzenli güncelleştirilir. EMASYA protokolü sadece tek bir protokoldür."
Emekli Tuğgeneral'in tarihini doğru hatırlayamadığı ama yaşadığı dehşeti o anki gibi hatırladığı bu olaylar Türkiye işçi sınıfı tarihindeki en önemli kitlesel eylemlerin yaşandığı iki gün olan 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi'dir.
İçişleri Bakanı Güler de, yeni protokolün ismi yok mu? sorusuna aynen şöyle yanıt veriyor:
"(İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinde belirtilen esaslar) demek lazım. Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında yapılan bir protokol denebilir buna. Kuvveti kim çağıracak, nereden çağıracak, gelen kuvvetin yetkisi ne olacak, süresi ne olacak, kim koordine edecek? Bunlarla ilgili bilgiler tabii ki protokolde olacak."
Anlaşılan son gelişmeler birilerine tarihsel korkularını hatırlamıştır.
Balyoz darbe planları, 12 Eylül'ün Bayrak planları, il il, ilçe ilçe yapılan EMASYA planları, hepsi de esas olarak 15-16 Haziranlar gibi, egemen sınıfları, onun emrindeki silahlı-silahsız büroksayi dehşete düşüren tarihsel önemdeki kitlesel eylemleri hangi sınıf gerçekleştirmişse ve bundan sonra da o potansiyele hangi sınıf sahipse ona ve sermayenin diktatörlüğüne karşı verilen mücadelede onun safını tutanlara karşıdır. Bir bütün olarak ezilen ve sömürülen emekçi yığınların en ufak kitlesel çıkışlarına karşıdır. Kitleler ne zaman bağımsızca hareket etmeye kalksa egemen çevrelerin "demokrat" maskeleri tereddütsüzce aralanmış, gerçek çehreleri ortaya çıkmıştır. Sermaye devleti durdukça bu tür planlar isimleri değişse de her zaman hazırlanmaya el altında bulundurulmaya devam edecektir.